Abidin Sever

HAC İBADETİ

(...) Çoluk çocuğumuz bile bizim için bir imtihandır. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur: “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan sebebidir ve büyük mükafat Allah’ın katındadır”(Enfal:8/28. Oğluna olan sevgin bile, seni deneme yoludur. Hz. İsmail’in sevgisi Hz. İbrahim için bir imtihandı; şeytanla karşılaşmalarında onun tek zayıf yönü olmuştu bu. (...)
DEVAMI

 
Hulusi Kaya
  Binlerce yıl Tarihe tanıklık eden Ülke: Mısır

(...)Bununla birlikte Osman’lının hizmetleri de Kahireyi kuşatmış. Yapılan her eser ya onarılmış ya ilave edilmiş veya yeni yapılmış. El Ezher camisinden tutun da, Kahire kalesi dahil olmak üzere, Amr İbnul As cami gibi, Hz. Hüseyin Cami gibi kahire başyapıtlarında mutlaka izleri bulunuyor. Şimdi adım adım gezimizin detayları. (...)
DEVAMI

 
 
 
ÖNEMLİ LİNKLER
 
Arama Yap

Google



 
Abidin Sever'in kaleminden

Acımak… Geç Kalmadan!

    Merhamet; affetmek, acımak, bağışlamak anlamına gelen “rahmet” kökündendir. Yüce Yaratıcımızın da, rahmet kelimesinden gelen biri “Rahmân” ve diğeri “Rahîm” olmak üzere iki sıfatı vardır Kur’an-ı Kerimde Yüce Rabbimiz "Benim rahmetim her şeyi içine almıştır"(Araf suresi :156) buyurmaktadır. Merhamet kavramı kula izafe edildiğinde, insanların birbirlerine şefkat göstermelerini, karşılıklı saygıyı ve diğer canlılara da acımayı ifade eder. Başkalarına karşı şefkatli olma ve onlara merhametli davranma insanî bir davranıştır. Ne var ki herkes bunu kolay ve aynı düzeyde gerçekleştiremez. Çünkü insanoğlu, merhamet duygusuna sahip olduğu gibi kin tutma, düşmanlık yapma duygularına da sahiptir. Bu yüzden o, içinde zaman zaman bu iki duygunun savaşına şahit olur. Bu gayet normaldir. Normal sayılamayacak bir şey var ise o da, insanın böyle bir kavga karşısında seyirci kalması, daha kötüsü bu kavganın mağlubiyet hissesinden payını almasıdır. O halde yapılacak şey, seyreden taraf olma yerine insanlığın, aklın ve iz’anın inancın gereğini yapmaktır……

    Hatırlarsınız milletçe yakın bir zamanda sarsıldığımız Soma faciası var. acının, ıztırabın, gözyaşının doruğa çıktığı hadise. Bu acı olay karşısında merhametin, acımanın, yardımlaşmanın, yaraları sarmanın, elleri semaya kaldırıp mübarek üç aylar içerisinde bir daha ümmete böyle bir gözyaşı döktürmemesi için eşsiz merhamet sahibi olan Alemlerin Rabbine yalvarmanın tam zamanı değilmi?.

    Peki bizim ve her insanın bizzat sahip olduğu merhamet hislerimizi neden anında ve hiç tereddüt etmeden devreye sokamıyoruz.? Çaresiz insanların yardımına koşma hususunda neden geç kalıyoruz?… Acaba insanlara karşı olabildiğince şefkat, merhamet hisleriyle yönelmek için bir deprem, bir doğal afet, bir musibet veya herhangi bir ağır hastalık anını mı bekleyeceğiz? Geç kalmış olmaz mıyız o zaman? Çok fazla ve yeterince yapacak şeyimiz olmayabilir böyle bir durumda. Allah (c.c.) aşkına ne olur; insanlara iş verenler, aş verenler, insanlık hayrına çalıştığını söyleyenler, olası bir felakette (can veren bir kişi bile olsa) masum insanlara zamanında acısalar, maddi bütün imkânlarını ve teknolojilerini bu insanlar için seferber etseler, yaptıkları her işi servetleri-mülkleri gibi sağlam tutsalar, yaptıkları her şeyi sağlam yapsalar olmazmı?. Zamanında insaflı, merhametli olsalar da insanların kalplerini, gönüllerini kırmasalar, çocukları ağlatmasalar, onları yetim- öksüz bırakmasalar, anneler-babalar köşelerde için için ağlayıp kıvranmasa, bayraklarımız şahlanıp dalgalanırken, yarıya inmese, canlar hiç incinmese, masumlar üzülmese…

    Bunu yapmak için galiba herkesin şefkat kahramanı ‘Anne’ler gibi olmaya çalışması lazım. Bu merhamet duygusu her insanın fıtratında zaten doğuştan mevcuttur. Çünkü Erhamü’r-Rahimîn olan Rabbimiz (cc) bizlere o sonsuz şefkatinden küçük bir parça lütfetmiştir. Efendimiz (sav) buyururki:
“Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya ayırmış, doksan dokuzunu kendi katında bırakmış ve bir cüzünü yeryüzüne indirmiştir. Halk bu parçadan (aldığı hisseden) dolayı birbirine acırlar. Hatta kısrak, yavrusuna dokunur (da bir yerini acıtır) diye, (onu emzirirken) ayağını kaldırır.”

    Dinimiz, bize yaratıcımızı(c.c) Rahman ve Rahim olarak tanıtıyor. Öyleyse Allah’ın bu gibi sıfatlarıyla vasıflanıp O’nun, Âlemlere rahmet olarak gönderdiği efendisinin ahlâkıyla ahlâklanıp insanlara yönelik hep iyi duygular beslememiz bize maddi ve manevi daha çok fayda sağlayacaktır. İşte o zaman İnsan olmanın hazzı duyulacak, insanlar arası beşerî ilişkilerde ”kendisi için istemediğini başkası içinde istemez” ilkesi hayatımıza ve bütün zamanlarımıza hâkim olacaktır.

    Neticesinde hayatı lütuflar ve nimetler içinde geçirme veya orada çaresizlik, pişmanlık ve ebedi azap içinde kalmak var. İnsan, bu zor sınavdan geçerken içerdeki Nefis ve dışarıdaki Şeytan’ın ortak taarruzlarına açık bir şekilde hedefi olur. İşi gerçekten çok zordur insanın. Bu iki düşmanın ve onların hoş cazip ve şaşaalı gösterdiği süslü ama kötü şeylerin tesirinde kalan, o bitmez tükenmez nimetlerin bulunduğu ebedi aleme doğru yol alırken, istikametini çok iyi seçmelidir. Bunu beceremeyen insandan, merhamet edilmeye değer başka bir hâl var mıdır? Ne dersiniz? Dünyalık malını-mülkünü, sağlığını, dostlarını kaybetmiş bir insana herkes acıyor.. Ama Ahiret denen bütün güzelliklerin bir arada bulunduğu bir diyarı kaybetme durumundaki insanlara acımakta gevşeklik mi gösteriyoruz?

    ‘Rahmet Peygamberi’nin (sav), hayata gözlerini açar açmaz “ümmetî ümmetî” dediğini bütün âlimlerimiz naklederler. Ayrıca O’nun hayatına kısaca bir göz atılsa sadece insanlara değil bütün canlılara karşı olan merhametinin derecesi anlaşılır. Ahirette de bunalan ümmetinin yardımına koşacak ve Allah’a (cc) yalvararak, onların bağışlanması için secdeye kapanacak yine o kutlu nebi olacaktır. Daha çok celalli bir insan olarak bildiğimiz Hz. Ömer’i (radıyallahü anh) anlatırlar: Bir gün bir manastırın yanından geçerken rastladığı yaşlı bir papazı görür ve ağlamaya başlar. Sebebi sorulduğunda şöyle der Halife Ömer: “Bu kadar sene yaşamış ama hakikate uyanamamış.” bu sözü karşı tarafı tahkir etmek için söylemiyor o büyük sahabe. Ebedî bir mutluluğu kaçırmak üzere olan biri karşısındaki merhamet duygusunun sadece bir tezahürüdür.

    Oysaki hem maddî hem de manevî açıdan insanoğlu, acımaya, merhamet edilmeye en muhtaç varlıktır. Hastalıklar, musibetler, felaketler, kavgalar, savaşlar onun maddî hayatını zorlaştıran unsurlar… Manevî hayatını zora sokanlar ise: Nefis, Şeytan, zaaflar, günahlar. Öyleyse iki açıdan da her insan yardıma muhtaç, yardım etmek veya etmemek gibi bir tercihin insana duyulan sevgi ve merhamet hisleriyle doğru orantılı olduğu ise aşikârdır. Acımak deyicince bazılarının kafasında olumsuz çağrışımlar belirebiliyor. Acındırmak, acımak gibi kelimeler günümüzde biraz anlam kaymasına uğramıştır ne yazık ki.
Sonuç itibariyle, boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı hesap gününün yakın olduğunu düşünerek; insanlara gösterdiğimiz şefkat ve merhameti göstermekten kaçınmayalım. Gereksiz yere onların canını yakmaktan ve onlara zarar vermekten sorguya çekilmeyeceğimizi sanmayalım. Sözlerimizi efendimizin (sav) hadisi ile tamamlayalım: “Eğer beli bükük yaşlılar, süt emen çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasa idi, Allah’ın azabı üzerinize sel gibi inerdi”

Abidin SEVER
Haziran-2014

 Bu yazı 2025 defa okundu.
Önceki yazılar...
1

Medine’de babası vefat eden bir çocuğun babasına yazdığı mektup

2

Örnek Yaşantı

3

Ya Resulallah

4

Tarihteki Türkler 

5

HESAP VERMEK 

6

KOMŞULUK 

7

Ahiretten Mektup... 

8

Hazreti Ömer.... 

9

HAZRETİ EBUBEKİR’DEN HİKMETLİ SÖZLER...

10

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse 

11

Eskiden... 

12

KIYAMET GÜNÜ ALLAH'IN GÖLGESİNDEKİ YEDİ SINIF İNSAN

13

HASET -1-

14

HASET -2-

15

RAMAZAN ve İBADETLERİMİZ -1-

16

RAMAZAN ve Teravih namazı -2-

17

Dua, RAMAZAN ve Kur'an

18

KÖTÜ HUYLAR

19

Görev ve Sorumluluk

20

Hz. Peygamberin Tebliğ Usulleri

21

AFFEYLE

22

Acımak… Geç Kalmadan!

23

HAC İBADETİ...

   
Başa Dön